Dan Brown – Başlangıç
1. Basım / Ekim 2017
(17. bölümden alıntı)
“İlk insanların evrenle, özellikle de akıl erdiremedikleri olaylarla bir merak ilişkisi vardı. Bu gizemleri çözmek için geniş bir tanrılar ve tanrıçalar sınıfı kurdular. Bu sayede şimşek, gelgit, deprem, volkan, kuraklık, salgın hastalıklar ve hatta sevgi gibi kendi anlayışlarının ötesinde yer alan her şeyi açıklayacaklardı.
Eski Yunanlar denizdeki gelgiti Poseidon’un değişen ruh hallerine bağlamıştı. Mevsimin kışa dönüşmesinin sebebi, Persephone’nin yeraltı dünyasına kaçırılması yüzünden gezegenin kederlenmesiydi. Romalılar volkanların, tanrıların nalbandı Vulcan’ın evi olduğuna inanırdı. Dağın altındaki dev bir demirhanede çalışır, bacadan alevlerin fırkışmasına sebep olurdu. Antik insanlar sadece gezegenin değil, aynı zamanda kendi bedenlerinin de gizemlerini açıklamak amacıyla sayısız tanrı icat etmişti. Tanrıça Hera’nın gözünden düşmek kısırlığa sebep oluyordu. Aşkın sebebi, Amor’a hedef olmaktı. Salgınlar Apollon’un gazabıydı.
Eğer kitaplarımı okuduysanız “boşlukların tanrıları” deyimini kullandığımı görmüşsünüzdür. Antik insanlar çevrelerinde anlayamadıkları boşluklar oluştuğunda bunları tanrılarıyla kapatırlardı. Bu sayısız boşluğu sayısız tanrı dolduruyordu. Bununla birlikte geçen yüzyıllar içinde bilimsel bilgi arttı. Doğal dünyayı anlayışımızdaki boşluklar kapandıkça tanrılarımız da azalmaya başladı. Mesela gelgitlere Ay döngülerinin sebep olduğunu öğrendiğimizde artık Poseidon’a ihtiyacımız kalmamıştı. Biz de cahiliyet devrinin saçma bir efsanesi olarak onu rafa kaldırdık.
Bildiğiniz gibi tüm tanrılar aynı akıbete uğradı. Gelişen zekamızla bağlantısını kaybedenler birer birer öldü. Ama yanılgıya düşmeyin. Bu tanrılar öyle kolay yok olmadı. Bir kültürün ilahlarını terk etmesi karmaşık bir süreçtir. Dini inanışlar daha küçük yaşta en sevdiğimiz ve en güvendiğimiz insanlar; ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz, dini liderlerimiz tarafından ruhumuza işlenir. Bu sebeple nesiller süren dini değişiklikler, genellikle kan dökülmesine ve büyük acılara sebep olur.
Zeus, tanrıların tanrısı. Pagan ilahları arasında en korkulanı ve en saygı duyulanı. Zeus, yok oluşuna tanrıların hepsinden daha çok direnç gösterdi. Tıpkı yerine geçtiği eski tanrılar gibi, ışığının söndürülmesine hiddetlenip yok edilişine karşı vahşi bir savaş başlattı. Zeus’un müritleri tanrılarını bırakmamak için öylesine direndiler ki Hıristiyanlığın, Tanrı’nın yeni yüzüne onunkini uyarlamaktan başka çaresi kalmadı.
Günümüzde artık keçi tarafından yetiştirilip, tek gözlü Cyclopes gibi canavarlar tarafından güç verilen Zeus’unkilere benzer efsanelere inanmıyoruz. Modern düşünce sayesinde bu masallar artık bizim için mitoloji sınıfına giriyor. Batıl inançlı geçmişimize eğlenceli bir bakış atmamızı sağlayan hayali hikayeler olduklarını biliyoruz.
Artık işler değişti. Bizler modern insanlarız. Zekası gelişmiş ve teknolojik açıdan yetenekli insanlar. Volkanların altında çalışan dev nalbantlara veya gelgitlerle mevsimleri denetleyen tanrılara inanmıyoruz.
Eski atalarımıza hiç benzemiyoruz. Yoksa benziyor muyuz? Kendimize modern, akılcı bireyler diyoruz ama türümüzün en yaygın dini, türlü mucizevi iddialar içeriyor: Ölüler açıklanamaz biçimde diriliyor, bakireler mucizevi biçimde doğuruyor, intikamcı tanrılar salgın hastalıklar ve seller yolluyor, ölümden sonraki hayatın bulutlarla dolu cennette veya ateşli cehennemlerde geçeceği vaatleri yer alıyor.
Öyleyse bir anlığına gelecekti tarihçilerle antropologların nasıl tepki vereceğini hayal etmeye çalışalım. Geçmişe bakıp değerlendirirken, dini inançlarımızı cahiliyet devrine ait mitoloji sınıfına sokacaklar mı? Bizim tanrılarımıza da bizim Zeus’a baktığımız gibi mi bakacaklar? Kutsal metinlerimizi toplayıp tarihin tozlu raflarına mı kaldıracaklar?”
— Robert Langdon
Yanıt yok